7 Şubat 2021 Pazar

İsimler üzerine…

 

Bugün güneşli bir Pazar günü, tam da adını aldığı zamanlara yakışır bir hava hem de. İngilizce derslerinde haftanın Sunday yani Pazar ile başlamasına alışmak herkes için zaman almıştır sanırım. Haftanın son günü aslında bir zamanlar ilk günüydü. Latincede, İngilizcede ve bir çok dilde Güneş Günü olarak geçiyor bugün. Pazartesi günü de Monday yani Ay Günü mesela. Haftanın diğer günleri ise mitolojide önemli yeri olan tanrıça ve tanrılara adanmış. Zamanın birinde biri “ Bu günlere isim verelim de karışmasın.” dediğinde akla ilk dünyanın hayat kaynağı olan Güneş ve Ay, sonra da minnet duydukları tanrıça ve tanrılarının gelmesi ne kadar anlamlı değil mi? Şimdi bir de medeniyetin yüzünün bizden tarafına bakılım. Haftanın ilk günü Pazar, Bazaar yani çarşı-pazardan geliyor. Ticaret, islam camiası için güneşten ve aydan önce geliyormuş demek ki ve sonraki günleri de çok da düşünmeden Pazar ertesi, ikinci gün, üçüncü gün diye isimlendirivermişler. Neyseki bizim tarafta, doğayla ilgili her şeylerden ve diğer her şeylerden tek tanrı sorumlu da minnet duyarken kafamız karışmıyor.

Coğrafi keşiflerin başlaması ve insanların daha da medenileşmesi ve bireyselleşmesiyle hep bana dönemi başlamış. Bu kaşifler, yollarına çıkan ve ilkel-barbar olarak gördükleri  büyük medeniyetler kurmuş insan topluluklarını yok ederek ya da kendilerine benzeterek dünyanın her bir köşesine mediniyeti götürmüşler ve  o bölgeleri kendi verdikleri isimlerle onurlandırmışlardır. En büyük coğrafi keşif olarak tarih kitaplarının ve dünya haritasının baş köşesine kurulan Amerika Kıtası, orayı bulan italyan kaşif  Amerigo Vespucci’nin adını almıştır. İlk icat edilenlere, tadılan tropik yiyeceklere, girilen sulara, çıkılan dağlara kaşiflerinin adlarının verilmesi günümüzde de köylere, sokaklara, yaşadığımız apartmanlara, okullara, hastanelere önemli insanların adlarının verilmesi gibi bir geleneğe dönüşmüştür. Bir şeylere isim vererek ismi verileni ölümsüzleştirdiğimizin, onurlandırdığımızın yanı sıra o şeye aitlik kazandırarak, diğer bir şeyden ayırt ederek ve tanıdıklaştırarak hayatımızı kolaylaştırdığımız da bir gerçektir.

Kitaplarda bazı gezginler, kızılderililerin başlarda isimlerinin olmadığını, o isimleri hak ederek elde ettiğini yazmıştır. Aborjinler’in de yeteneklerine, becerilerine göre isimler aldıklarını okumuşsunuzdur. Yani bir çok medeniyette isim olayı mana ve çaba gerektiren önemli bir olay. Günümüze gelince birkaç kuşak eskiye gidersek ilk sırayı ölmüş büyüklerin isimlerini vermek alırdı. Zamanla bu gelenek ikinci isme, göbek isme ordan da ölmüş büyüklerimizle birlikte tarih olarak yitirildi. İkinci sırada göreceli de olsa verilecek isimlerin dini kitabımızda yer bulup bulmadığı önemliydi. Şimdilerde ise yeni doğmuş bir bebeğe isim verirken dönemin popüler insanlarına; şarkıcılarına, dizi karakterlerine, futbolcularına, siyasetçilerine bakar olduk. Bu şekilde artık değer verdiğimiz şeylerin değişimini isim verme-alma ilişkimizle de gözlemleyebiliyoruz. Mesela çiçeklere değer verilen zamanları; kız çocuklarının isimlerinde, sokak ve apartman isimlerinde hala görüyor olmaktan mutlu oluyorum.

Geçen yıl okuduğum, mitolojik bilgilerle kurgulanmış şahane kitapta, çocuklara isimlerini yaşadıkları yerin en önemli kişisi yani baş büyücüsü ya da şifacısı-cadısı veriyordu. İsim alma-verme olayı düzenlenen güzel bir şölenle, bireyin ailesine ve toplumsal çevresine bir çok yeteneğini sergileme imkanını bulduğu 13 yaşında gerçekleşiyordu. Kendi ismimi örnek verirsem, aileye doğan üçüncü kız çocuğu olarak artık son olsun diye neredeyse Songül ismini alıyormuşum. Songül ismi ülkemizde çok yaygın bir isim ve hikayesi aslında tam da böyle. Gerçi Yeter, Satılmış, Döndü, Hanım, Kadın gibi yine hüzünlü hikayeler anlatan bir çok yaygın güzide ismimiz de mevcuttur. İsimler ve soy isimleri konusu çok ilgi çekicidir. Soy kütüğü verilerinin bir kısmı paylaşıldığında genelde insanlar nereden geldiklerine bakmıştır ama benim ilgimi ne gibi isimler olduğu çekmişti. Mesela eşimin ailesinin soy kütüğünde, Gökoğlan diye bir isim vardı. Bu ismi gök mavisi gözlerinden almış olduğunu düşünüp mutlu olmuştum. Gökoğlan, Aykız neden tarih oldu acaba oysaki ne kadar güzel isimlermiş değil mi? Velhasıl isim olayı önemli bir konu. Biz ki bir isim sayesinde ilk tanışma esnasında şıp diye sempati duyabilen bazen de tam aksine antipatik yaklaşabilen  bir kültürden geliyoruz. Hatta bazen ilk tanıştığımız insana isminden önce “Memleket nere?” diye soruyoruz. O memleketle, çok sevdiğimiz ya da nefret ettiğimiz bir insan özdeşleşmişse karşımızdakinin vay haline. Geçenlerde Thoreau’nun şu satırlarını okuduğumda bu yazının ilk tohumları atılmış oldu sanıyorum.

“…tanıdık gelen bir isim birini benim açımdan daha az yabancı kılmaz.”

Öyle mi gerçekten?

 


NOT: Bahsi geçen kitaplar Ursula K.Le Guin-Yerdeniz ve Henry David Thoreau-Yürümek’idi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder