4 Eylül 2021 Cumartesi

Ağaçlar üzerine...

 

“İnsan tanımadığını sevemez, sevmediğine sahip çıkamaz.” demişti sevgili Nilay Örnek. Bunu ben de epeydir düşünüyorum ve böyle olduğunu bir çoğumuz gibi epeydir görüyorum. Bunu yazın yanan ormanlarımız konusunda yine yoğun bir şekilde hissettim. Muğla, Antalya, Denizli, Tunceli ve daha bir sürü yerde hektarlar ya da zeka seviyemizin daha kolay algılayacağı dille " yüzlerce futbol sahası büyüklüğünde orman" yandı. Maalesef bu futbol işi beni hep rahatsız etti ve ediyor. Ülkemizin geçmişini, şimdisini ve ne kadar “ bizim elimizden ne gelir ki?” diyen iç sesimize rağmen geleceğimizi, sevsek de sevmesek de şu futbol meselesi etkiliyor. Bu sahip çıkma bağı tanımadan da maalesef kolay kurulamıyor. Örneklerle verecek olursam; savaşlar, terör eylemleri, cinayetler, depremler, seller, yangınlar, kazalar vb. sonucunda kaybedilen tüm kayıplar sayı, adet ve A.E gibi sadece isimlerin baş harflerine indirgendiğinde birkaç saniye zihnimizde yer edip uçup gidiyor. Belki de üzerinde duramamamız ve sahip çıkamamamız için bilinçli olarak yönetiliyor. Oynak tansiyon gibi yerinde duramayan ülke gündeminde herhangi bir duruma odaklanmak zor olsa da belki elimizden küçük bir şey gelebilir diye düşünüyorum.

Yıllar içinde değiştirdiğimiz çokça evi; bahçesinde, bahçesi yoksa yakınında, sokağında bulunan ağaçlarla mimleyip hatırladığımı farkediyorum. Ağaçlar, sakinlikleriyle, formlarıyla, yaşam fışkıran tabiatlarıyla bir şekilde sizde yer etmeyi başarıyorlar. Güzel çocukluk anılarımı kocaman eriklerin, salkım saçak söğütlerin, ekşi elmaların, çitlenbiklerin, dutların, incirlerin süslüyor olması kendimi şanslı hissettiriyor. Büyürken de çekirdeklerini bir yerlere sokuşturup o minicik şeyden azimle bir filizin başını çıkarttığını yıllar içinde büyüdüğünü, küçük bir ağaca dönüştüğünü, gölgesine sandalyeler masalar atıldığını, meyvesi varsa mahalle çocuklarının bayram ettiğini görüyorum. O hayran olduğumuz heybetli görünümünü görebilmeye ne bizim ömrümüz ne de kentsel dönüşüm projelerimiz ne yazık ki izin veremiyor. Ama ormanlar bambaşka bir hikaye…

Çamları, servileri rüzgarların; zeytini, inciri kuşların; meşeleri, cevizleri sincapların türlü macera ve hayatta kalma savaşı içinde diktiğini öğrenince ormanları futbol sahası büyüklüğünde bir şeye indirgeyebilmek pek mümkün olamıyor. Yanan ormanların yerine yenisini ve daha büyüğünü, daha güzelini yapmak da pek aklıma yatmıyor doğrusu! Dünyada yaşayan insanlardan sadece bir adeti olarak tanıdığım, sevdiğim, anlattığım, anılarımda yer eden ağaçlar çok kıymetli… Onlarla birlikte yaşayan sincaplar, kuşlar kadar ressamlar, şairler, yazarlar, gezginler için de… Bizlerin mutlu olmak, iz bırakmak, çoğalmak, çoğaltmak için de faydalandığımız ham madde ne kadar uzaklaşsak da doğa ve doğadan gelenler. Böyle olunca da adabıyla sevip sahip çıkmamız gerektiğini anlamanın vakti geldi de geçiyor diye düşünüyorum. Elimizden çok şey gelir, yeterki tanımaya ve sevmeye değer bulalım ve vakit ayıralım.

 


Not: Bir meşenin bu minik palamudu var edebilmesi yaklaşık 50 yıllını alıyormuş. Bir meşenin bu minik palamuttan var olabilmesi belki zor bir kışı atlatmak için bir sincabın toprağa gömüp sık sık olmasa da yerini unuttuğu palamut sayesinde olabiliyormuş. Ve sincaplar gömdükleri palamutların yerlerini genellikle hafızalarında tutabiliyorlarmış. Bu muhteşem ağaç, birçok antik medeniyetin de ilhamı olmuş…