30 Aralık 2019 Pazartesi

Yabancılar üzerine...


Sting’in o güzel şarkısında dediği gibi I’m alien I’m a legal alien…Newyork sokaklarında bir İngiliz olarak dolaşmak nasıldır bilmem ama bu ülkenin herhangi bir şehrinin sokağında yabancı olarak dolaşmak hep tuhaf geliyor bana. İstanbul’da herkes biraz yabancı olduğundan mıdır nedir, bu sınıf farkını pek hissetmemiştim. Belki de yerli bir İstanbullu ile denk gelmediğimdendir. Ara ki bulasın tabi artık gerçek İstanbulluyu. Ne yazıktır ki yabancısı olduğumuz şehri, çok kısa sürede yabancılık çekmeyecek kadar kendimize benzetme eğilimi içine giriveriyoruz. Belki de bazen azınlık hissetmektense, memleketteki yakın akrabayı,eşi,dostu “Su çok güzel, gelsene” diye ayartıp apartmandaki, mahalledeki, kasabadaki yerli çoğunluğu yabancılaştırmamız bu nedenledir. Çünkü Yabancı kalmayı kimse sevmez, buralı oralı şuralı hissetmek ister… 

Her iki tarafı da sanıyorum ki yabancılaşmak üzüyor. Doğduğundan beri aynı köyde yaşayan kendini yerli hissediyor, büyük dedesi filanca köyden göçüp gelse de. Filanca köyden de bu köye gelen yabancı ,yerlileşmek için ne kadar çabalasa nafile. Bu çabasının meyvesini, köyde doğacak çocuğu yiyecek ilerde biliyor. Yerli, artık köyde dolaşırken, daha az insanla göz göze gelip selamlaşabiliyor; yıllardır tanıdığı esnaf bir bir kayboluyor, yerine ne sattıklarını bile anlayamadığı yeni nesil dükkanlar açılıyor. Kahvede,bakkalda,denizde hep yabancı yüzler…Böyle böyle köyüne, sokağına, denizine yabancılışıyor ve “yerli mi kaldi, hep yabancı!” diye üzülüp içine kapanıyor maalesef. Bir de yabancının tarafından bakalım; sokakta yürürken karşılaştığı yeni insanlarla selamlaşmak istiyor, arada göz temasına karşılık buluyor, ama yine de işi zor çünkü O bir yabancı. Mahallede, bakkalda, denizde oldu da biriyle iki lafın belini kırabildiyse ikinci dakikada “Memleket nere?” sorusuyla hooop yabancı potasına atılıveriyor. Tabiki karşıdaki Yerli “Iyyyy!Yabancı!Kaç kaç! “ diyerek arkasına bakmadan kaçıyor değil ama araya o tahtaları noksan çürük asma köprü atılıveriyor. O yabancı da kendi gibi yabancıların yaşadığı mahallede yaşayıp, takıldığı kahvede takılıyor. Hatta özlediği lezzetleri kendi gibi özleyenleri de düşünerek hoop bir lokanta açıyor, hoop bir kahve açıyor. Sonra bir bakıyorlar etraf bir tanıdıklaşıveriyor…Birileri tarafından da yabancılaşıyor…
 
Yüzyıllardır kullanılan ve çok sevdiğim bir sözcük var "Mozaik". İnsanoğlu hep bir yerinde duramamış, gezmiş de durmuş. Çeşit çeşit kültürler birarada yaşayabilmiş, övünülüyormuş da bu durumdan. Ama içinde yaşadığımız modern zamanlarda bu avantajlı durum dezavantaja dönüştü. Sanıyorumki bizler artık bu güzel mozaik pastadan tat almayı unuttuk. Herkes birine göre yabancı konumunda; ben burada yabancıyım, yıllar önce ayrıldığım doğduğum şehre daha da yabancıyım. Ama savaştan kaçıp gelen bir Suriyeli kadar da yabancı değilim ya da Afrika’nın küçük bir kasabasından gelen işportacı gençler kadar, yıllar önce tatile diye gelip, aşık olup doğduğu ülkedeki sevdiği herşeyi bırakıp küçük bir sahil kasabasına yerleşen birileri kadar da yabancı değilim…Ama sonuç olarak bir çeşit yabancıyım. Yabancılık derece derece, boy boy, desen desen…

Oysaki bir çoğumuz mozaik pastaları, mozaik apartmanları, mozaik kedileri, kültür mozaiği şarkıları,yemekleri,masalları pek severiz. Ama bir birbirimizi öyle kolay sevemiyoruz. Biraz birinin birine benzemesi gerekiyor. 

Velhasıl bütün dünya, şu yabancılık teorisinden ekmek yemeyi bıraksa da eskiden severek yediğimiz mozaik pastalı günlere dönsek ve hayat da bayram olsa…

Kulağa bir o kadar zor ve tatlı geliyor değil mi?


Not: İstanbul'un 1950'li 1960'lı yıllarına tanıklık eden, ister kilim desenli deyin, ister havuz artığı kaplamalı, mozaik apartmanları da mantolama mafyasının kurbanı oldu bir bir:(