Sting’in
o güzel şarkısında dediği gibi I’m alien I’m a legal alien…Newyork sokaklarında
bir İngiliz olarak dolaşmak nasıldır bilmem ama bu ülkenin herhangi bir
şehrinin sokağında yabancı olarak dolaşmak hep tuhaf geliyor bana. İstanbul’da
herkes biraz yabancı olduğundan mıdır nedir, bu sınıf farkını pek
hissetmemiştim. Belki de yerli bir İstanbullu ile denk gelmediğimdendir. Ara ki
bulasın tabi artık gerçek İstanbulluyu. Ne yazıktır ki yabancısı olduğumuz
şehri, çok kısa sürede yabancılık çekmeyecek kadar kendimize benzetme eğilimi
içine giriveriyoruz. Belki de bazen azınlık hissetmektense, memleketteki yakın
akrabayı,eşi,dostu “Su çok güzel, gelsene” diye ayartıp apartmandaki, mahalledeki,
kasabadaki yerli çoğunluğu yabancılaştırmamız bu nedenledir. Çünkü Yabancı
kalmayı kimse sevmez, buralı oralı şuralı hissetmek ister…
Her
iki tarafı da sanıyorum ki yabancılaşmak üzüyor. Doğduğundan beri aynı köyde
yaşayan kendini yerli hissediyor, büyük dedesi filanca köyden göçüp gelse de.
Filanca köyden de bu köye gelen yabancı ,yerlileşmek için ne kadar çabalasa nafile.
Bu çabasının meyvesini, köyde doğacak çocuğu yiyecek ilerde biliyor. Yerli,
artık köyde dolaşırken, daha az insanla göz göze gelip selamlaşabiliyor; yıllardır
tanıdığı esnaf bir bir kayboluyor, yerine ne sattıklarını bile anlayamadığı yeni
nesil dükkanlar açılıyor. Kahvede,bakkalda,denizde hep yabancı yüzler…Böyle
böyle köyüne, sokağına, denizine yabancılışıyor ve “yerli mi kaldi, hep
yabancı!” diye üzülüp içine kapanıyor maalesef. Bir
de yabancının tarafından bakalım; sokakta yürürken karşılaştığı yeni insanlarla
selamlaşmak istiyor, arada göz temasına karşılık buluyor, ama yine de işi zor
çünkü O bir yabancı. Mahallede, bakkalda, denizde oldu da biriyle iki lafın
belini kırabildiyse ikinci dakikada “Memleket nere?” sorusuyla hooop yabancı
potasına atılıveriyor. Tabiki karşıdaki Yerli “Iyyyy!Yabancı!Kaç kaç! “ diyerek
arkasına bakmadan kaçıyor değil ama araya o tahtaları noksan çürük asma köprü
atılıveriyor. O yabancı da kendi gibi yabancıların yaşadığı mahallede yaşayıp,
takıldığı kahvede takılıyor. Hatta özlediği lezzetleri kendi gibi özleyenleri
de düşünerek hoop bir lokanta açıyor, hoop bir kahve açıyor. Sonra bir
bakıyorlar etraf bir tanıdıklaşıveriyor…Birileri tarafından da yabancılaşıyor…
Yüzyıllardır
kullanılan ve çok sevdiğim bir sözcük var "Mozaik". İnsanoğlu hep bir yerinde
duramamış, gezmiş de durmuş. Çeşit çeşit kültürler birarada
yaşayabilmiş, övünülüyormuş da bu durumdan. Ama içinde yaşadığımız modern
zamanlarda bu avantajlı durum dezavantaja dönüştü. Sanıyorumki bizler artık bu
güzel mozaik pastadan tat almayı unuttuk. Herkes birine göre yabancı konumunda;
ben burada yabancıyım, yıllar önce ayrıldığım doğduğum şehre daha da
yabancıyım. Ama savaştan kaçıp gelen bir Suriyeli kadar da yabancı değilim ya
da Afrika’nın küçük bir kasabasından gelen işportacı gençler kadar, yıllar önce
tatile diye gelip, aşık olup doğduğu ülkedeki sevdiği herşeyi bırakıp küçük bir
sahil kasabasına yerleşen birileri kadar da yabancı değilim…Ama sonuç olarak
bir çeşit yabancıyım. Yabancılık derece derece, boy boy, desen desen…
Oysaki
bir çoğumuz mozaik pastaları, mozaik apartmanları, mozaik kedileri, kültür
mozaiği şarkıları,yemekleri,masalları pek severiz. Ama bir birbirimizi öyle
kolay sevemiyoruz. Biraz birinin birine benzemesi gerekiyor.
Velhasıl
bütün dünya, şu yabancılık teorisinden ekmek yemeyi bıraksa da eskiden severek
yediğimiz mozaik pastalı günlere dönsek ve hayat da bayram olsa…
Kulağa
bir o kadar zor ve tatlı geliyor değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder