30 Eylül 2019 Pazartesi

Gevrek erik dalları üzerine…

Ailemle uzun yıllar evden eve taşındık. Annem için taşınmak hep zor ve yorucuydu, taşındığımız çoğu evi de mutfağı küçük diye, rutubetli diye, karanlık diye, bahçesi yok diye bir sürü neden bulup sevmezdi. Hep bir evi olsun isterdi ve kırk yılın sonunda bir evi oldu çok şükür. Onun çocuk kadar şen halini görüp hepimiz çok mutlu olduk. Güzel, keyifli, muhabbetli günler yaşarlar o evde de umarım. Mutluluğu hep geleceğe bırakıyor oluşumuz canımı sıksa da neyseki annem o gelen güzel günleri görebildi. Çünkü bazen insanlar o gelecek güzel günleri göremeden göçüp gidebiliyor…

Bense yaşadığımız her evi genelde sevdim. Evlerin de insanlar gibi anlatacağı hikayeler oluyor çünkü. Bahçesinin ortasında, iki katlı evimizin yüksekliğinde, büyük can eriğimizin olduğu ev mesela hala rüyalarımı süsler. O canım ev hala ayakta duruyor, yıkıp yerine o çirkin fransız balkonlu, cephe kaplamalı, küçük kutu kutu daireli apartımanlardan yapmadılar neyseki. Satın alanlara bunun için şükran duyuyorum her geçtiğimde bulunduğu sokaktan. Yani gördükçe mutlu olabilir, varlığına şükran duyabilir ve Ratatouille filmindeki gibi bir pencere boşluğuyla sizi çocukluğunuza ışınlayabilir yaşadığınız eski ev…

Bu iki katlı ev; Ömer Seyfettin’in, Sait Faik’in öykülerinden, 18.yy sonu 19.yy başı ressamlarının ve gezginlerinin resim ve gravürlerinden, Ara Güler’in eski İstanbul fotoğraflarından aşına olduğumuz klasik bir Türk eviydi. Tabi bunu üniversite eğitimimde öğrendiğim Türk evi tiplerini görünce farketmiştim. Hacı ev sahibemiz, paramızın yettiği alt katını kiralamıştı sadece bize. Üst katta kaçamak maceralarımız, akşam üzerleri pencerelerinde çekirdek çitlemelerimiz de olmadı değil buna rağmen. 

Alt kat üst kattan daha yüksek ve yığma taştı, haliyle duvar kalınlığı 50-70 cm arasındaydı. O pencere boşluklarında yaşadım ve büyüdüm diyebilirim; orda yer, orda evcilik oynar ve sokağı seyrederdim…Tabi bunları hayal meyal hatırlıyorum. Kapıdan girince geniş bir hayat-sofaya girersiniz ve tüm odalar bu hayata açılır. Hayatta hayat vardır çünkü, her şey orada yapılırdı. Annem o dönem orada dikiş diker, mahalleli teyzeler ablalar provaya gelirdi. Yemek de orda yenirdi heralde, oyun da orda oynanırdı. Giriş kapısının karşısında bahçe kapısı vardı, hemen dibinde de mutfak sanırım. Mutfak kot olarak biraz aşağıdaydı, bir iki basamakla iniliyor diye hatırlıyorum. Hayatın zemini taşlı betondu ama diğer odalar, yarım dönen merdiven ve dış kaplaması ahşaptı evin. Aslında bir gün kapısını çalıp, kendimi tanıtıp, kahve bahanesiyle evi kolaçan etmeyi düşünüyorum. Bir yandan da hayalimdeki büyülü evi korumak da…

Eskiden bahçede ve sokakta çok vakit geçirilirdi. O erik ağacının altı betondu, temiz olsun diye o zaman da beton dökerlerdi bahçelerine insanlar, bu zamanda. Bu zamanda temizlik konusunda daha hassasız sanıyorum ki sağımız solumuz hep beton. Beton kısmın çevresinde yağ tenekelerinde güzel ortancalarımız vardı, o dönem annem çiçek bakımını severdi, bu sıralar babam. O ortancalar böyle kocaman rengarenkti, bayılırım ortancalara. Ve o erik, kocamandı, ev boyundaydı. Ortanca ablam eriğin tepesindeydi bir gün. Büyük ablam pek ağaçlara tırmanmazdı, ben küçük olduğumdan aman düşerim kafamı gözümü yararım diye tırmandırılmazdım. Oysaki ben de kafamı gözümü yarmayı, alçılarıma resimler çizilmesini düşlerdim. Ama ortanca ablam tam bir bitirimdi. O koca ağacın en üst dallarına kadar tırmanır, bütün her yerlerini erikle doldurur inerdi. Yine öyle bir gündü; ben içerideydim sanırım, gürültüye koşmuştum bahçeye çünkü. Nedense kötü korkunçlu anılar da güzelleri kadar hafızada yer bulabiliyor kendine. Annemin kirece çalmış yüzünü ve ablamın koca bir erik dolusu dalla betonda yan yatışını hayal meyal hatırlıyorum. Annem hem korkmuştu hem kızmıştı, ablam adrenalini hep sever pek söz dinlemezdi. Haliyle korkunun sıcaklığıyla bir anne terliği yemişti sonrasında sanıyorum. Ablamı Allah korumuştu ve bir şey olmamıştı, sol yanındaki çizik ve morluklar dışında. Ama bizim onlarca sulu can eriğimiz olmuştu…

Erik ağaçlarını herkes sever, bahçelerine, yol kenarlarına diker herkes doya doya yesin nasiplensin diye. Dünyada da 2000’den fazla çeşiti varmış zaten, sevildiği ordan da belli. Biz heralde 8-10 çeşitini bulup yiyebiliyoruz. Ama ülkemizde de 200’e yakın çeşiti yetiştiriliyormuş. Bir gün o diğer 190 çeşitin de tatına bakabiliriz umarım. İstanbul’a taşındığımda park ve bahçelere dikilmiş bodur kara kırmızı Japon erikleri-süs eriği de diyorlar-görünce çok mutlu olmuştum. Hele kucak dolusu toplayıp yiyince daha da… İçinde japon sözcüğü geçen herşeyleri oldum olası sevmişimdir zaten. Japon eriği, japon feneri, japon filmleri, japon mutfağı, japon yapıştırıcısı, japon masalları, japone kol, japon çizgi filmleri-animeleri, japon kağıdı, japon gülleri…

Başka bir evimizde de yine büyük yaşlı bir eriğe kendi çabamla ağaç ev inşaa etmeye çalışmıştım mesela. Pazar gündüz sinemasında izlediğimiz Hollywood yapımı macera filmlerinde her çocuk kendine ağaç ever yapardı ve kendi cumhuriyetini kurardı orda. Pazar gündüz sinemaları, bizim çocukluğumuzun ilham perileriydi. Tabi benim ev gövdeden dalların dağıldığı minik çukura yerleştirilen bir iki tahta parçasının üzerindeki eski çiçekli bir minderden oluşuyordu ama olsundu. Benim de güzel minik bir ağaç evim olmuştu. Şimdiki çocuklar pek sokakta oynayamıyor; bahçeleri, kilim atılacak kapı önleri bile yok ki ağaç evleri olsun ne yazık ki. Bir de görmeyince yokluklarına üzülemiyorlar da. Onlar çalışma odalarındaki dönen rahat sandalyelerinde savaş oyunları oynamayı ya da süslenip makyaj vidyoları çekmeyi seviyorlar bu zamanda… Sonra biz büyükler de çocukluklarımızı yad edip ah vah diyoruz, onlar da yaşadıkları zamanın teknolojik oyuncaklarıyla oynamaktan keyif alıyor…

Hayat böyle akıp gidiyor, kaseti başa sara sara. Erik dalları da hep gevrek oluyor çubuk kraker gibi…

Dikkat etmekte fayda var;)





                                                     Türk Evleri ve Sokak, Leonardo De Mango (1843-1930)

Not: Yine aynı evde geçen, bir de Ediz Hun Ahmet abi öyküm var. Belki bir gün yazarım. Bakalım kısmet ne zamana;)