30 Ocak 2021 Cumartesi

Kısa yazılar...



10 " Çok içine bakmaktan etrafına kör olmak..."



9 " içinden yol geçen dağlar, ormanlar, nehirler, denizler, kasabalar, hanlar, hamamlar, evler gördüm. İnsanlar birbirine daha kolay kavuşsun diye yaptığımız yollar, dağları dağlara kavuşturamaz oldu. "

8 " Hayat bazen koca bir her yer her yerde halidir. "


7 " Öyle bir geçimsiz komşuyuz ki; koskoca dağları bile yerinden edebiliyoruz! "

 

6 " Yeni anılar edinemediğimizden, eskilerden konuştuk. " 

  

5 " Büyük acılar görecek yaşa gelmişiz fark etmeden. "  

 

4 " Soğuktan bir baca gibi tütüyorum soluk alıp verirken. "


3 " İçimizdeki soba, hiç sönmesin! "

 

2 " Yol kenarındaki katır tırnaklarının güneş sarısı çiçeklerinin bir bir açışını, sobanın üzerindeki patlamış mısır tenceresini seyreder gibi seyrediyorum. "

1 " Metin kaptan, denizle ve balıklarla doluydu. Sohbeti de...

İnsanın içi neyle doluysa sohbeti de onla doluveriyor. "

 


 


 





Unutulmamak üzerine…

Dünya var olduğundan bu yana Googollarca (Googol çok da bilmediğimiz matematikteki en büyük sayılardan biri ve Google'ın da isminin ilham perisi) insan, hayvan, bitki, mikroorganizma geldi geçti ve geçiyor. Aslında her birimiz dünyanın harcına karışarak yaşamaya devam ediyoruz. Ama ölümlü belleğimizin algıladığı evrenin belleğinin algıladığından çok farklı… İnsanlara özgü gibi görünen hayata anlam katma ve iz bırakma özelliğimiz ,hayatı paylaştığımız diğer canlılardan bizi bir adım öne çıkarıyor mu, bilemiyorum. Çünkü kendimizi ve sosyal çevreyle olan ilişkimizi anlamlandırmaya daha çok kafa yoruyoruz. Bir mezarlık servisinin ona yuklediğimiz: doğumdan ölüme giden uzun yol ya da diğer ağaçlar gibi dört mevsimi yaşamadan her dem yeşil kaldığından özgür olduğu gibi anlamların yanında belki de kendi söylediği birşeyler de vardır ama pek ilgilendiğimiz söylenemez. Ortalama bir insan ömrünü tamamlamadan anlam vermemiz gereken önemli şeyler var. Mesela unutulmamak, bir iz bırakmak gibi…

İlk insanların yaşadığı mağaralar, yüzyıllar sonra önce çobanlar, gezginler ya da kaşifler tarafından bulunup sonra bilim insanlarınca incelendiğinde, atalarımızın bize bir takım mesajlar bırakmış olabileceği sonucuna varıldı. Atalarımızın , bitki köklerini, avladıkları hayvanların kanlarını, böcek kabuklarını tükürükleriyle kıvamlandırıp parmak boyama yapıp, yuvalarının duvarlarına avlanma,beslenme, barınma ve inanç sistemleriyle ilgili bilgiler aktardıklarını biliyoruz. Hatta daha da ileri gidip on binlerce yıl önce insanların neler düşündüğünü , yaşam tarzlarını ve unutulmamak için bir iz bırakmak peşinde olduklarını söylüyoruz. Bazen elektrik kesildiğinde ailecenek oynadığımız eğlenceli oyunlar gibi sadece birer oyun ve mum ışığında yapılmış güzel resimler olabilme ihtimallerini düşünüp eğleniyorum.

Yüzyıllar içinde mağara resimlerinin yanına türlü icatlar, keşifler, yollar, şehirler, tarım ve hayvancılık  sistemleri, devletler, savaşlar, barışlar, sanatsal ve bilimsel aktiviteler de eklendi tabi.Tüm bu aktivetelerdeki nihai amaç yine yaşama anlam verebilmek ve unutulmamaktı şüphesiz. İnsanlar buldukları kıtalara, icatlara, inşa ettikleri şehirlere, binalara, büyüttükleri sebzelere, çiçeklere, çocuklara adlarını vererek ölümsüzlüğün bir yolunu buldular. Bilimsel olarak sürdürdükleri çalışmalarla da fiziki olarak ölümsüz olmanın yollarını büyük bir inançla aramaya devam ediyorlar. Kısa bir süre durup düşününce tüm bu olup biteni anlamak imkansız geliyor. Yine de kısacık ömrümüzde bunun için çabalamamız güzel…

Herkes kendi gücünün yettiğince hayata anlam vermeye çalışıyor. Daha fazlasını iktidarı, parası ve eğitimi (olanakları) olanlar üstleniyor. Küçük ölçekte kendi çevremi gözlemlediğimde hayata anlam katan ve unutulmamayı sağlayan şeyler:

Çocukları ve hayvanları şevkatle sevmek ve korumak,

Güzel yemekler yapıp sevdiklerimizle paylaşmak,

Günlük tutmak, Haikular yazmak, şarkılar uydurmak,

Fotoğraf çekmek,

Yolculuklara çıkmak,

Masallar dinlemek, okumak ve anlatmak,

Sevdiklerimize hayatımızda oldukları için ne kadar da minnettar olduğumuzu hissettirmek,

Dokunmak ve sarılmak,

Komşulara kokmuştur diye bir tabak evde pişenden götürmek,

Çevremizdeki bitkilerin, kuşların, balıkların isimlerini öğrenmek,

Doğaya layık olduğu saygıyı gösterebilmek için çabalamak,

Bu "şeyler listesi" uzadıkça uzar…

Yüz küsur yaşındaki tatlı komşum yaşamayı çok seviyor, kim sevmez ki? Anılarını, gezdiği gördüğü yerleri, ördüğü dantelleri, kahve fallarını, yemek tarifleri paylaşmayı da çok sever. Hiç unutmuyorum, bir komşusu hacı nine varmış. Hesaplarıma göre bu hacı nine çevrek asır önce yaşamış ve çok güzel halka (Bodrum halkası bir çeşit hoş portakal kokulu kurabiye:)) yaparmış.O halka pişirdiğinde ev dolusu kokarmış. Velhasıl halkanın tarifini kimseyle paylaşmaz “ siz nasıl ederseniz, ben de öyle yapıyorum.” der geçiştirirmiş. Ah!Hacı nine!Verseydin şu halkanın tarifini de “Nebile’nin Halkası” diye sen de unutulmayıp tarihe geçseydin, şahane olmaz mıydı?

 


Fotoğraf: Bir eskici dükkanı...

Bizden sonra geriye kalanlar böyle küçük küçük eskici dükkanlarında yeniden yaşama katılmayı bekliyorlar. Eşyalar da unutulmamanın bir aracı olabiliyor...